ISSN: 2148-4902 | E-ISSN: 2536-4553
Northern Clinics of İstanbul - North Clin Istanb: 3 (2)
Volume: 3  Issue: 2 - 2016
RESEARCH ARTICLE
1.The prophylactic effect of Viscum album in streptozotocin-induced diabetic rats
Asuman Türkkan, Hasan Basri Savaş, Berire Yavuz, Ayşe Yiğit, Efkan Uz, Nezire Aslı Bayram, Banu Kale
PMID: 28058393  PMCID: PMC5206470  doi: 10.14744/nci.2016.22932  Pages 83 - 89
GİRİŞ ve AMAÇ: Ökse otu olarak bilinen ve halk arasında diyabet başta olmak üzere birçok hastalıkta tedavi edici olarak kullanılan Viscum album Avrupa’da ve Türkiye’de yaygın bir yetişme alanına sahiptir. Projemiz Viscum album’un bu kullanımında, streptozotosin (STZ) ile diyabet oluşturulmuş sıçanlarda, lipit peroksidasyonu, antioksidan sistem ve plazma glikoz düzeyi üzerine etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 32 adet Sprague-Dawley yetişkin erkek sıçan, her grupta 8’er adet olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Gruplar: Kontrol (K), streptozotocin (STZ), Viscum album (VA), ve Viscum album+ streptozotocin (VA + STZ) verilecek şekilde ayarlanmıştır. STZ sitratlı tampon (0.1 M, pH 4,5) içerinde 55 mg/kg olacak şekilde hazırlandıktan sonra sıçanlara tek doz ve intraperitoneal uygulanmıştır. Hazırlanan ekstre hayvanlara gruplarına göre 10 gün boyunca hergün gavaj olarak verilmiştir (100 mg/kg). 11. Gün hayvan gruplarına göre streptozotocin ile diyabet oluşturulmuştur (55 mg/kg). STZ uygulamasından 1 gün sonra çalışma gruplarının açlık kan şekeri ölçüldü. Açlık kan şekeri ölçüldükten sonra aynı gün içinde hayvanlar sakrifiye edilerek alınan karaciğer ve böbrek dokularının süpernatantlarında Katalaz (CAT), malondialdehid (MDA) ve protein tayini yapıldı. Veriler tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ile değerlendirildi, gruplar arası ikili karşılaştırmalar, post-hoc (Dunnet, Duncan, LSD) testler ile yapıldı. p<0,05 olasılık değeri anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Sıçanlarda diyabet oluşturulmasının oksidatif stresi arttırdığı saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Diyabetik sıçanlara Viscum album verilmesi oksidatif stresi azalmakta ve bu durum sıçanın genel durumunu iyileştirmektedir. Viscum album’un antidiyabetik ve antioksidan etkilerinin daha net belirlenmesi için daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
INTRODUCTION: Viscum album (VA) is a species of mistletoe in the family Santalaceae that is thought to have therapeutic properties for several diseases, including diabetes. In the present study, conventional experimental rat model was used with diabetes induced with streptozotocin (STZ) to evaluate effect of VA on lipid peroxidation and antioxidant system.
METHODS: Total of 32 adult, male Sprague-Dawley rats were divided into 4 groups of 8 rats: Control group, STZ group, VA group, and group administered VA+STZ. VA extract was 100 mg/kg preparation delivered once a day by oral gavage for 10 days. Single dose of 55 mg/kg STZ citrate buffer (0.1 M, pH 4.5) was administered intraperitoneally to induce diabetes. Fasting blood glucose level was measured and recorded. Animals were sacrificed, and catalase (CAT), malondialdehyde (MDA), and protein present in liver and kidney tissue samples were measured. Activity of CAT, an antioxidant enzyme, was studied according to the Aebi method. MDA, a product of lipid peroxidation, was analyzed using Draper and Hadley spectrophotometric procedure. Protein level was determined using supernatant and extract of tissue homogenates according to Lowry method. Data were assessed using one-way analysis of variance and pairwise comparisons between groups. Post-hoc analysis included Dunnet test, Duncan test, and least significant difference test. P<0.05 was considered significant probability value.
RESULTS: Oxidative stress is associated with diabetic complications. VA administered to diabetic rats reduced oxidative stress and improved their general condition.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Further studies are needed to enhance understanding of potential antidiabetic and antioxidant effects of VA.

2.The effect of serum and follicular fluid anti-Mullerian hormone level on the number of oocytes retrieved and rate of fertilization and clinical pregnancy
Seda Eymen Bolat, Şafak Özdemirci, Taner Kasapoğlu, Bülent Duran, Levent Göktaş, Ertuğrul Karahanoğlu
PMID: 28058394  PMCID: PMC5206471  doi: 10.14744/nci.2016.02418  Pages 90 - 96
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: İn vitro tedavisi uygulanmasında serum ve folliküler sıvıdaki anti- müllerian hormon düzeyinin, elde edilen oosit, fertilizayon ve klinik gebelikle ilişkisinin değerlendirilmesi çalışmada amaçlandı.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntem ve gereçler: Multiagonist protokolü ile IVF uygulanan 44 infertil hasta çalışmaya dahi edildi. Serum ve folliküler sıvısının AMH düzeyleri oosit toplandığı günkü seviyeleri değerlendirildi. Bazal serum follikül hormon düzeyi adetin 3. günü ölçüldü. İstatistik analizinde, Pearson korelasyonu ve binari regresyon testleri kullanıldı. İstatistiksel olarak anlamlılığın cut- off değeri tip 1 hatta için % 5 kabul edildi.


BULGULAR: Bulgular: Serum AMH düzeyi, elde edilen oosit sayısı, fertilizasyon ve klinik gebelik oranları ile doğru orantılı olduğu bulundu (r=0,397, p=0,008; r=0,401, p=0,007; and r=0,382, p=0,011; surasıyla). Serum FSH düzeyi ile fertilizasyon ve kilinik gebelik oranları arasında ters orantılı ilişki mevcuttur (r =-0,320, p=0,034 ve r =-0,308, p=0,042 sırasıyla). Folliküler sıvının AMH düzeyinin IVF tedavisinin hiçbir sonucu ile ilişkisi yoktur.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Serum AMH düzeyi elde edilecek oosit sayısını belirlemede, fertilizasyon ve klinik gebelik oranlarını tespit etmede folliküler sıvının AMH düzeyinden daha güvenilebilir olabilir.

INTRODUCTION: The objective of this study was to evaluate the relationship between oocyte yield, fertilization, and clinical pregnancy (CP), and anti-Mullerian hormone (AMH) level in serum and follicular fluid during in vitro fertilization treatment.

METHODS: Forty-four infertile women who underwent IVF treatment using multiagonist protocol were included in this study. Baseline level of AMH in serum and follicular fluid was measured on third day of menstrual cycle. AMH level in serum and follicular fluid was then measured again on day of oocyte pick-up. Pearson correlation and binary regression tests were used for statistical analysis. For Type 1 error, p=5% was selected as cut-off value for statistical significance.
RESULTS: Serum AMH level was positively correlated with total number of oocytes retrieved and rate of fertilization and CP (r=0.397, p=0.008; r=0.401, p=0.007; and r=0.382, p=0.011, respectively). There was significantly negative correlation between serum level of follicle-stimulating hormone (FSH) and fertilization rate (r=-0.320; p=0.034), as well as serum FSH level and CP rate (r=-0.308; p=0.042). There were no significant correlations between AMH level in follicular fluid and IVF treatment outcomes.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Serum AMH levels may be more reliable for prediction of total number of oocytes retrieved and rate of fertilization and CP than AMH levels in follicular fluid.


3.Anesthetic approaches in carotid body tumor surgery
Ali Sait Kavaklı, Nilgün Kavrut Öztürk
PMID: 28058395  PMCID: PMC5206472  doi: 10.14744/nci.2016.32154  Pages 97 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Karotis cisim tümörleri nöral non-kromafin hücrelerden köken alan genellikle benign yapıda tümörlerdir. Tümörün cerrahi olarak çıkarılması en uygun tedavi yaklaşımıdır. Bu tümörlerin cerrahi tedavisinde en sık tercih edilen anestezi yöntemi genel anestezidir. Anestezi yönetiminin temel unsurlarını hemodinamik stabilitenin korunması ve serebral perfüzyonun devamlılığının sağlanması oluşturmaktadır.
Bu çalışmanın amacı karotis cisim tümörleri cerrahisinde anestezik yaklaşımı değerlendirmek ve literatür bilgilerini ortaya koymaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2013-2016 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde karotis cisim tümörü tanısıyla opere edilen 10 hastanın verileri dahil edildi. Hastaların demografik verileri, komorbiditeleri, operasyon tarafları, ameliyat, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri, intraoperatif kan basıncı değişiklikleri, inotrop ajan kullanımları, kan ve kan ürünü kullanımları, postoperatif dönemde analjezik tüketimi, VAS skorları ve komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR: Shamblin sınıflamasına göre 3 hasta Tip 1 ve 7 hasta Tip 2 olarak değerlendirildi. Hastaların 6’sında tümör sağ ve 4’ünde sol tarafta yer alıyordu. 1 hastada operasyon sırasında transfüzyon gerektirecek miktarda kan kaybı gözlendi ve primer sütur ile kontrol altına alındı. Ortalama intraoperatif kan kaybı miktarı 287 ± 68 ml olarak bulundu. Tümör eksizyonu sırasında 1 hastada taşikardi ve hipertansiyon gelişirken 4 hastada bradikardi ve hipotansiyon gözlendi. 1 hastaya hipotansiyonun devam etmesi üzerine inotrop destek infüzyonu başlandı. Ortalama cerrahi süresi 109 ± 20 dk olarak tespit edildi. Postoperatif tramadol tüketimi 80 ± 25 mg’dı. Postoperatif VAS skorları ortalaması 4±1 olarak bulundu. Yoğun bakımda kalış süresi 2.4 ± 1.1 saat ve hastanede kalış süresi 3.8 ± 0.7 gün olarak bulundu. Olguların hiçbirinde postoperatif dönemde kalıcı nörolojik hasar ve mortalite görülmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Karotis cisim tümör cerrahisi yakın ve kompleks bir anestezi yönetimi gerektirir. Ani hemodinamik değişikliklere karşı hemodinamik stabilitenin korunması ve serebral perfüzyonun monitorizasyonu ve devamlılığının sağlanması anestezi yönetiminin en önemli unsurlarını oluşturmaktadır.
INTRODUCTION: Carotid body tumors (CBT) are benign tumors that originate from neural non-chromaffin cells that are typically localized near carotid bifurcation. Surgical removal of the tumor is the most appropriate treatment. General anesthesia is preferred anesthetic technique for CBT surgery. Basic elements of anesthetic management are protection of hemodynamic stability and maintaining cerebral perfusion pressure (CPP). The aim of this study was to evaluate anesthetic management of CBT surgery and present the literature knowledge.
METHODS: The study included 10 consecutive patients with diagnosis of CBT who underwent surgery at Antalya Training and Research Hospital, in Antalya, Turkey, between 2013 and 2016. Preoperative demographic details; comorbidities; side of surgical site; duration of operation; length of intensive care unit (ICU) and hospital stay; change of intraoperative blood pressure; use of inotropic drugs, blood products, and analgesics; postoperative visual analogue scale (VAS) pain score; and complications were recorded.
RESULTS: According to Shamblin classification, 3 tumors were type I and the remaining 7 were type II. Tumors were located on right side in 6 patients, and on left in 4. Blood loss sufficient to require transfusion was observed in 1 patient. Average intraoperative blood loss was 287±68 mL. Tachycardia and hypertension were observed in 1 patient; bradycardia and hypotension were seen in 4 patients. Infusion for inotropic support was administered to 1 patient. Mean duration of operation was 109±20 minutes. Mean VAS score was 4±1, mean ICU tramadol consumption was 80±25 mg. Duration of stay in ICU and hospital were 2.4±1.1 hours and 3.8±0.7 days, respectively. Mortality and neurological complications were not seen in postoperative period.
DISCUSSION AND CONCLUSION: CBT surgery requires close and complex anesthesia management. Protection of hemodynamic stability against sudden hemodynamic changes, monitoring, and maintaining CPP are the most important aspects of anesthetic management.

4.A retrospective analysis of endoscopic treatment outcomes in patients with postoperative bile leakage
Süleyman Sayar, Şehmus Ölmez, Ufuk Avcıoğlu, İlyas Tenlik, Bünyamin Sarıtaş, Kamil Özdil, Emin Altıparmak, Ersan Özaslan
PMID: 28058396  PMCID: PMC5206459  doi: 10.14744/nci.2016.65265  Pages 104 - 110
GİRİŞ ve AMAÇ: Safra kaçağı en sık kolesistektomi sonrası görülen nadir bir komplikasyondur. Ayrıca karaciğer, diğer biliyer prosedürler sonrasında altta yatan patoloji veya komplikasyona bağlı gelişir. ERCP safra kaçaklarının tanı ve tedavisinde majör rol oynar.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2008-2012 yılları arasında cerrahi sonrası gelişen safra kaçağı nedeni ile ERCP yapılarak tedavi edilen olgular çalışmaya dahil edildi. Etiyoloji, klinik, radyolojik özellikler ve endoskopik tedavi sonuçları kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 31 hasta (10 erkek,21 kadın) dahil edildi. Hastalardan 20 tanesi kolesistektomi sonrası, 10 tanesi karaciğer kisthidatiği,1 tanesi ise hepatik rezeksiyon cerrahisi sonrası safra kaçağı gelişen olgulardı. Bu olgularda en sık semptom ve bulgular karın ağrısı, sarılık, perkütan drenden safra geleni olması, peritonit ve bilioma idi. 20 hasta (%60) endoskopik sfikterotomi (ES) ve nazobiliyer dren (NBD) ile 7 hasta (%35) ES ve biliyer stent (BS) ile bir hasta ES ile tedavi edildi. Kolesistektomi sonrası safra kaçağı gelişen olgularda tedavi başarısı %100 idi. 10 (%32) hastada kisthidatik cerrahisi sonrası kistobiliyer fistül mevcuttu. Bu hastaların 7 tanesi ES ve NBD, 2 tanesi ES ve BS ile 1 hasta ise ES ile tedavi edildi.Kistobiliyer fistül olan olgularda tedavi başarısı %90 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: ERCP safra kaçaklarının teşhis ve tedavisinde kullanılan etkili bir yöntemdir.Postoperatif safra kaçaklarının endoskopik tedavisi etyolojik neden ve fistüle eşlik eden diğer faktörlere göre bireyselleştirilmelidir.
INTRODUCTION: Bile leakage, while rare, can be a complication seen after cholecystectomy. It may also occur after hepatic or biliary surgical procedures. Etiology may be underlying pathology or surgical complication. Endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP) can play major role in diagnosis and treatment of bile leakage. Present study was a retrospective analysis of outcomes of ERCP procedure in patients with bile leakage.
METHODS: Patients who underwent ERCP for bile leakage after surgery between 2008 and 2012 were included in the study. Etiology, clinical and radiological characteristics, and endoscopic treatment outcomes were recorded and analyzed.
RESULTS: Total of 31 patients (10 male, 21 female) were included in the study. ERCP was performed for bile leakage after cholecystectomy in 20 patients, after hydatid cyst operation in 10 patients, and after hepatic resection in 1 patient. Clinical signs and symptoms of bile leakage included abdominal pain, bile drainage from percutaneous drain, peritonitis, jaundice, and bilioma. Twelve (60%) patients were treated with endoscopic sphincterotomy (ES) and nasobiliary drainage (NBD) catheter, 7 patients (35%) were treated with ES and biliary stent (BS), and 1 patient (5%) was treated with ES alone. Treatment efficiency was 100% in bile leakage cases after cholecystectomy. Ten (32%) cases of hydatid cyst surgery had subsequent cystobiliary fistula. Of these patients, 7 were treated with ES and NBD, 2 were treated with ES and BS, and 1 patient (8%) with ES alone. Treatment was successful in 90% of these cases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: ERCP is an effective method to diagnose and treat bile leakage. Endoscopic treatment of postoperative bile leakage should be individualized based on etiological and other factors, such as accompanying fistula.

5.The prevalence of non-alcoholic fatty liver disease in healthy young persons
Gökcan Okur, Zehra Karacaer
PMID: 28058397  PMCID: PMC5206460  doi: 10.14744/nci.2016.28199  Pages 111 - 117
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmada yıllık kontroller için başvuran genç sağlıklı kişilerde alkolik olmayan yağlı karaciğer hastalığının (AOYKH) sıklığını belirlemek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma bir asker hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Toplam 254 sağlıklı erkek çalışmaya dahil edilmiştir, AOYKH’nın varlığı ve derecesine göre iki gruba ayrılmıştır. Tüm bireylerin demografik verileri, biyokimyasal test sonuçları ve ultrasonografi bulguları kaydedilmiştir.İstatistiksel analizler IBM SPSS 22.0 kullanılarak yapılmıştır.
BULGULAR: AOYKH sıklığı %10,6 bulunmuş ve AOYKH varlığı ile yaş, aspartat transaminaz, alanin transaminaz, γ-glutamil transferaz, alkalen fosfataz, vücut kitle indeksi arasında önemli fark saptanmıştır (sırasıyla p=0.014, p=0.022, p=0.003, p≤0.001, p=0.004 ve p≤0.001). Evre 2 AOYKH’de alanin transaminaz, açlık kan şekeri, γ-glutamil transferaz, trigliserid, total kolesterol ve yaş düzeyleri evre 1 AOYKH’ye göre daha yüksek bulunmuştur. Ancak AOYKH evreleri karşılaştırıldığında istatistiksel önemli fark saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlıklı genç erkek bireylerde vücut kitle indeksi ve laboratuvar testleri normal olsa bile AOYKH sıklığı nadir bir durum değildi. Normal sınırlarda olmasına rağmen, AOYKH varlığı ve derecesine göre karaciğer enzim düzeylerinde hafif düzeyde artış saptanmıştır.
INTRODUCTION: This aim of the present study was to determine prevalence of non-alcoholic fatty liver disease (NAFLD) in healthy young persons admitted for annual medical check-ups.
METHODS: A retrospective study was conducted in a military hospital. Total of 254 healthy males were included and participants were divided into 2 groups according to presence and grade of NAFLD. Demographic data, biochemical test results, and ultrasonography findings were collected from all patients. Statistical analyses were performed using SPSS software, version 22.0 (SPSS, Inc., Chicago, IL, USA).
RESULTS: Prevalence of NAFLD was 10.6%. Significant differences were found with regard to age; levels aspartate transaminase, alanine transaminase, gamma-glutamyl transferase, and alkaline phosphatase; body mass index (BMI); and presence of NAFLD (p=0.014, p=0.022, p=0.003, p≤0.001, p=0.004, and p≤0.001, respectively). When compared to those with grade 1 NAFLD, levels of alanine transaminase, fasting blood glucose, gammaglutamyl transferase, triglycerides, total cholesterol and age variables were higher in those with grade 2 NAFLD. However, no statistically significant difference was noted when comparing grades of NAFLD.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Though this study included patients with normal BMI and normal laboratory test results, presence of NAFLD was not rare in these otherwise healthy young men. Liver enzyme levels were within normal limits; however, there was slight tendency to be high consistent with presence and grade of NAFLD.

6.Determining depression level of caregivers providing home healthcare services
Bilal Arıcan, Murat Güney, Nuseybe Akbal, Bahadır Han Demiral, Ahmet Nadir, İlknur Kavcı Kokar, Mustafa Reşat Dabak, Mehmet Sargın
PMID: 28058398  PMCID: PMC5206461  doi: 10.14744/nci.2016.65487  Pages 118 - 123
GİRİŞ ve AMAÇ: Yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak gelişen yaşlı nüfusun ve kronik hastalıkların artışı, evde bakım ihtiyacını ve bakıcıların sorunlarını önemsememizi gerektirmektedir. Bu çalışma evde sağlık hizmeti alan hastalara bakım verenlerin depresyon düzeylerini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma 15.05.2013-01.07.2013 tarihleri arasında Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Aile hekimliği polikliniği tarafından evde sağlık hizmeti sunulan 63 hastanın bakıcısı ile gerçekleştirildi. Araştırmada sosyo-demografik özellikler soru formu ve Beck Depresyon Ölçeği kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde Kolmogorov Smirnov dağılım testi, Mann-Whitney U test, Student-t-testi ve Ki-kare testleri kullanıldı.
BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 52,4 yıl olup; %87,3’ü kadın, %73’ü evli, aylık geliri %50,8’inin 1000-3000 TL arası, %46’sının 1000 TL ve altı, %3,2’sinin ise 3000 TL ve üstüydü. Bakım alan hastaların %77,8’i tam, %22,2’si yarı bağımlıydı. Bakıcılığı üstlenen hasta yakınlarının %61,1’inde depresyon görülürken, ücretli bakıcıların %22,2’sinden depresyon görüldü (p: 0,052). Hasta bakım süresi 1 yıl ve altı olanların %37’sinde, 1-5 yıl olanların %63’ünde, 5 yıl ve üzeri olanların ise %65’inde depresyon saptandı. Tüm katılımcıların %55,6’sında depresyon tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanın bağımlılık durumu, yakınlığı ve bakım süresi gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlik göstermesine karşın tüm bakıcılarda, normal popülasyondan yüksek oranlarda depresyon saptandı.
INTRODUCTION: Due to increase in elderly population as result of longer life expectancy and the incidence of chronic disease, greater importance should be given to elderly care and the needs of primary caregivers. The purpose of this study was to determine depression status of caregivers who were providing in-home healthcare services.
METHODS: This study was conducted with caregivers for 63 home-dependent patients who benefited from the services provided by Kartal Dr. Lutfi Kirdar Training and Research Hospital Family Practice Clinic between May 15, 2013 and July 1, 2013 using a socio-demographic variables questionnaire and the Beck Depression Inventory. Data were analyzed using Kolmogorov-Smirnov test, Mann-Whitney U test, Student’s-t test and chisquare test.
RESULTS: Of the total, 87.3% of survey participants were women. Average age was 52.47 years; 73% were married, 17.5% were single, and 9.5% were widows. Monthly income of 50.8% of participants was between TL 1000 and 3000. Of all the patients, 77.8% were totally, and 22.2% were semi-dependent. Depression was detected in 61.1% of patient relatives who were responsible for patient healthcare and in 22.2% of paid professional caregivers (p=0.052). Depression was detected at rate of 37% in caregivers who had been providing nursing care for less than 1 year, 63% for those who had been caregivers for 1 to 5 years, and for those providing care for more than 5 years, rate was 63 %. Rate of depression in study participants overall was 55.6%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Duration of providing care, dependency level of patient, and level of intimacy affect caregivers. They need psychological support.

7.Evaluation of nutritional status using anthropometric measurements and MQSGA in geriatric hemodialysis patients
İrem Pembegül Yiğit, Ramazan Ulu, Hüseyin Çeliker, Ayhan Doğukan
PMID: 28058399  PMCID: PMC5206462  doi: 10.14744/nci.2016.73383  Pages 124 - 130
GİRİŞ ve AMAÇ: Hemodiyaliz hastalarında malnütrisyon sık görülür ve yüksek morbidite ve mortalite oranları ile ilişkilidir.Bu çalışmanın amacı yaşlı hemodiyaliz hastalarında beslenme durumunun değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 163 hemodiyaliz hastası tarandı ve herhangi bir dışlanma kriteri olmayan 55 hasta (28 erkek ve 27 kadın) çalışmaya dahil edildi. Modifiye kantitatif subjektif global değerlendirme skorlarına göre hastalar üç gruba ayrıldı: grup I (n=22) normal beslenme, grup II (n=20) hafif-orta malnutrisyon, grup III (n=13) ağır malnutrisyon.
BULGULAR: Sadece malnütre olan hastaların (n=33) verileri ile Modifiye kantitatif subjektif global değerlendirme skorları arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, yaş, C- reaktif protein, Malnütrisyon İnflamasyon Skoru arasında pozitif bir korelasyon, vücut kitle indeksi, biseps cilt kalınlığı, triseps cilt kalınlığı, orta kol çevresi, orta kol kas çevresi, fosfat ve albumin arasında negatif korelasyon bulduk.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Malnutrisyon yaşlı hemodiyaliz hastalarında son derece yaygındır ve ilerleyen yaşla birlikte de sıklığı artmaktadır. Antropometrik ölçümler ve MQSGA yaşlı hemodiyaliz hastalarında beslenme durumunun değerlendirilmesinde faydalı olabilir.
INTRODUCTION: Malnutrition is common among hemodialysis patients and is associated with higher rates of morbidity and mortality. The aim of this study was to evaluate nutritional status of geriatric hemodialysis patients.
METHODS: Total of 163 hemodialysis patients were initially screened, and 55 patients (28 males, 27 females; mean age: 72.9±8.4 years) met the criteria for inclusion. Patients were divided into 3 groups according to modified quantitative subjective global assessment (MQSGA) scores: Group I (n=22) normal nutrition, Group II (n=20) mild-to-moderate malnutrition, and Group III (n=13) severe malnutrition.
RESULTS: When we assessed the correlation between MQSGA nutrition score and data of malnourished patients (n=33), positive significant correlation was found between age, C-reactive protein level, and malnutrition-inflammation score. Negative significant correlation was found between body mass index, bicep skinfold, tricep skinfold, mid-arm circumference, mid-arm muscle circumference, and phosphate and albumin levels.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Malnutrition is very common and increasing with aging in geriatric hemodialysis patients. MQSGA score and anthropometric measurements can be used to assess nutritional status in geriatric hemodialysis patients.

CASE REPORT
8.Inflammatory arthritis mimicking Complex Regional Pain Syndrome (CRPS) in a child: A case report
Zeliha EĞİLMEZ, Selin Turan Turgut, Afitap İçağasıoğlu, İrem Bıçakcı
PMID: 28058400  PMCID: PMC5206463  doi: 10.14744/nci.2015.33043  Pages 131 - 134
Çocukluk çağında görülen eklem şikayetleri sık karşılaşılan ve ayırıcı tanısının zor olduğu bir durumdur. Juvenil Idiopatik Artrit (JIA), çocukluk çağının en sık görülen romatizmal hastalığıdır. Ağırlıklı olarak periferik eklemleri tutan, kronik sinovit ve eklem dışı bulgularla seyreden bir hastalıktır. JIA kesin tanısının konulabilmesi bazen uzun zaman alabilir. Bu nedenle hastalar başlangıçta farklı tanılar ile izlenebilir. Artritler, travma ile tetiklenebilir ve travmanın etiyolojide rol oynadığı KBAS gibi diğer hastalıklarla karışabilir. Bu olguda ayak bileği ağrısı ile başvurup kompleks bölgesel ağrı sendromu (KBAS) tanısı ile takip ettiğimiz 8 yaşında bir kız çocuk hasta sunulmuştur.
Joint complaints in childhood are seen frequently and differential diagnosis can be difficult. Juvenile idiopathic arthritis (JIA) is the most common rheumatological disease of childhood. It involves peripheral joint arthritis, chronic synovitis, and extra-articular manifestations. Accurate diagnosis can take a long time and sometimes multiple diagnoses are used while following the patient until a final diagnosis can be reached. Arthritis may be triggered by trauma and confused with other diseases like complex regional pain syndrome (CRPS), in which trauma plays a role in the etiology. In the present case, ankle pain in an 8-year-old girl was misdiagnosed as CRPS.

9.Apert syndrome: A case report and review of the literature
Tuba Tülay Koca
PMID: 28058401  PMCID: PMC5206464  doi: 10.14744/nci.2015.30602  Pages 135 - 139
Apert sendromu kraniyosinostozis, el ve ayaklarda ciddi sindaktili ve dismorfik fasial özellikler ile karakterize nadir bir tip 1 akrosefalosindaktili sendromudur. Fibroblast growth faktör reseptör geninde mutasyon ile belirlenen otozomal dominant geçiş özelliği gösterir.
Burada fizik incelemede akrosefali, belirgin alın, oküler hipertelorizm, propitozis, kısa ve geniş burun, psödoprognatizm, dişlerde kalabalıklaşma ve ektopi, maksillar hipoplazi, kısa saç çizgisi, yele boyun, pektus ekscavatum, el ve ayaklarda ciddi sindaktili bulgularına sahip, 19 yaşında Apert sendromu tanısı koyduğumuz kız hastayı sunuyoruz.
Apert sendromunda çok sayıda fenotipik bulgular olması nedeniyle sendromun başarılı kontrolünde; diş hekimleri, nörocerrah, plastik cerrah, fiziyatrist, oftalmotalog, perinatolog ve genetik uzmanını içeren multidisipliner bir ekip esastır.
Apert syndrome is the rare acrocephalosyndactyly syndrome type 1, characterized by craniosynostosis, severe syndactyly of hands and feet, and dysmorphic facial features. It demonstrates autosomal dominant inheritance assigned to mutations in the fibroblast growth factor receptor gene. Presently described is case of a 19-year-old female patient diagnosed on physical examination with Apert syndrome based on acrocephaly, prominent forehead, ocular hypertelorism, proptosis, short and broad nose, pseudoprognathism, dental crowding and ectopia, maxillar hypoplasia, low hairline, webbed neck, pectus excavatum, and severe, bilateral syndactyly of hands and feet. The multiple phenotypic signs of Apert syndrome make multidisciplinary team, including dentist, neurosurgeon, plastic surgeon, physiatrist, ophthalmologist, perinatalogist and geneticist, essential for successful management.

10.Pertussis-like syndrome associated with adenovirus presenting with hyperleukocytosis: Case report
Hakan Sarbay, Aziz Polat, Emin Mete, Yasemin Işık Balcı, Mehmet Akın
PMID: 28058402  PMCID: PMC5206465  doi: 10.14744/nci.2015.15807  Pages 140 - 142
Adenovirüs; solunum yolu enfeksiyonları, konjonktivit, gastroenterit gibi farklı klinik bulgularla ortaya çıkan viral enfeksiyon etkenidir. İmmun yetmezlikli hastalarda adenovirüse bağlı miyokardit, hepatit, ensefalit, pankreatit, dissemine hastalık görülebilmektedir. Adenovirüs nadir olarak boğmaca benzeri sendromla prezente olabilir. Bu yazıda hiperlökositozla başvuran adenovirüse bağlı boğmaca benzeri sendrom olgusu sunulmuştur.
Adenovirus is an infectious viral agent that causes variety of clinical presentations such as respiratory disease, conjunctivitis, and gastroenteritis. Hepatitis, pancreatitis, myocarditis, encephalitis, and disseminated infection are primarily seen in immunocompromised patients. Rarely, adenovirus infection can present with pertussis-like syndrome. Described here is case of pertussis-like syndrome associated with adenovirus presenting with hyperleukocytosis.

11.Perforated duodenal diverticulum: A case report
Mehmet Gülmez, Mehmet Kamil Yıldız, Hacı Mehmet Odabaşı, Hacı Hasan Abuoğlu, Onur İlhan, Kübra Kaytaz
PMID: 28058403  PMCID: PMC5206466  doi: 10.14744/nci.2016.50469  Pages 143 - 145
Duodenum sindirim sisteminde divertikülün kolondan sonra ikinci en sık yerleştiği lokalizasyondur. Perforasyon duodenum divertikülünün en nadir görülen fakat en ciddi komplikasyonudur. Biz olgumuzda acil servise karın ağrısı ve kusma şikayeti ile başvuran, operasyon öncesinde çekilen bilgisayarlı tomografi ile “duodenum divertikülü perforasyonu” ön tanısı konularak opere edilen 22 yaşındaki erkek hastayı sunuyoruz.
Duodenum is the second most frequent location for diverticulum in the digestive tract, surpassed only by the colon. Perforation is rare, but it is the most serious complication of duodenum diverticula. Presently described is case of 22-year-old male patient who presented at emergency department with abdominal pain and vomiting. Surgery was performed with prediagnosis of perforated duodenum diverticula based on results of computed tomography.

12.Laparoscopic cholecystectomy in an adult with agenesis of right hemidiaphragm and limb reduction defects: First report in literature
Julide Sağıroğlu, Ercüment Tombalak, Sarenur Başaran Yılmaz, Fikret Balyemez, Tunç Eren, Orhan Alimoğlu
PMID: 28058404  PMCID: PMC5206467  doi: 10.14744/nci.2015.68926  Pages 146 - 149
Kolelithiasis tanısıyla elektif laparoskopik kolesistektomi yaptığımız hastada intraoperatif olarak görülen sağ diafragma agenezisinin dokümante edilerek literatür eşliğinde tartışılması.
Sağ üst karın bölgesinde son birkaç aydır ağrı şikayetiyle polikliniğimize başvuran normal mental kapasitede, iki normal çocuk annesi olan 36 yaşında kadın hastada yapılan radyolojik değerlendirmeler sonucunda kolelithiasis mevcudiyeti, safra kesesi ve ekstrahepatik safra yollarının karaciğer anteriorunda yerleşmiş olduğu ve bununla beraber sağ diafragma parezisinin de eşlik ettiği düşünüldü. Çocukluğundan beri sık sık solunum rahatsızlığı çektiğini ve hep yüksek yastıkta yattığını bildiren, sağ kol ve ön kolun normalden kısa ve sağ elin hipoplazik ve malforme olduğu hastanın kliniğimiz genel cerrahi konseyinde değerlendirilmesi sonrasında elektif kolesistektomiye alınmasına karar verildi. Laparoskopik girişimde karaciğer ve sağ akciğer arasında diafragmanın olmadığı farkedildi. Safra kesesi ve ekstrahepatik safra yollarının karaciğerin antero-superioruna deplase olduğu, kolonun kısmen toraksta olduğu görüldü. Sağ akciğerin hipoplazik olduğu, sol tarafta diafragmanın normal olduğu görülerek video kaydı yapıldı. Kolesistektomi sorunsuz tamamlandı. Operasyon normal şartlarda sonlandırıldı. Hastanın rutin takiplerinde sorunsuz olduğu gözlendi.
Tek taraflı diafragma agenezisi yetişkinlerde çok nadir görülen bir durum olup bu olgularda başarılı laparoskopik kolesistektomi literatürde henüz belgelenmemiştir. Diafragma agenezisi durumunda karaciğer ve ekstrahepatik safra yolları da toraksa doğru yer değiştireceğinden laparoskopik kolesistektomi işlemi sırasında maksimum tedbir alınmalıdır.
The importance of the complete absence of a hemidiaphragm or unilateral diaphragmatic agenesis in adulthood in relation to performing laparoscopic procedures has not been well documented. This article reports for the first time in literature a case of successful laparoscopic cholecystectomy in an adult with previously undiagnosed unilateral diaphragmatic agenesis. A 36-year-old female complaining of stubborn right upper abdominal pain radiating to her upper back was diagnosed as having cholelithiasis and was scheduled for laparoscopic cholecystectomy. There were also bilateral upper extremity malformations to a certain level. Routine diagnostic tests demonstrated that her entire liver and some bowel loops were in the right hemithorax, suggesting right-sided diaphragmatic hernia. Laparoscopic procedure was performed with the insertion of four trocars. Exploration of abdomen revealed total absence of the right hemidiaphragm. Cholecystectomy was completed laparoscopically in about 45 minutes without need for additional trocars. Patient had an uneventful recovery and was discharged on the second postoperative day without any complaint. Laparoscopic cholecystectomy in adults with diaphragmatic agenesis and intrathoracic abdominal viscera can be performed successfully. Nevertheless, any bile duct aberrations must be documented prior to surgery, and the surgeon should be able to convert to open procedure if necessary.

INVITED REVIEW
13.Diagnostic challenges in cervical tuberculous lymphadenitis: A review
Hande Senem Deveci, Mustafa Kule, Zeynep Altın Kule, Tülay Erden Habeşoğlu
PMID: 28058405  PMCID: PMC5206468  doi: 10.14744/nci.2016.20982  Pages 150 - 155
Günümüzde tüberküloz yeniden çoğalma eğilimi gösteren ciddi bir hastalıktır. Tüberkülozun en sık akciğer dışı görülme şekli lenf nodu tüberkülozudur. Boyunda kronik, ağrısız lenfadenopatinin ayırıcı tanısında servikal tüberküloz lenfadenopatisi mutlaka akılda tutulmalıdır. Birçok farklı patolojiyi taklit edebilen bu durumun tanısında öncelikle kuşku çok önemlidir. Boyun tüberküloz lenfadenopatisi ayırıcı tanı açısından önemli zorluklar göstermektedir. Çalışmanın amacı epidemiolojik ve klinik özellikleri ile tanı için gerekli olan teknikleri gözden geçirmektir.
Tuberculosis is a very serious disease and incidence is once again on the rise. Lymph node tuberculosis is one of the most common extrapulmonary manifestations of tuberculosis. In differential diagnosis of chronic, painless cervical lymphadenopathy, cervical tuberculous lymphadenitis should be kept in mind. A high index of suspicion is needed for diagnosis of tuberculous lymphadenitis, which is known to mimic a number of pathological conditions. This article reviews epidemiology, clinical manifestations, and diagnostic techniques for cervical tuberculous lymphadenitis.

14.Separation techniques: Chromatography
Özlem Coşkun
PMID: 28058406  PMCID: PMC5206469  doi: 10.14744/nci.2016.32757  Pages 156 - 160
Kromatografi bir karışımda bulunan bileşenlerin birbirinden ayrılması, belirlenmesi ve saflaştırılmasını sağlayan önemli moleküler biyofizik yöntemlerden biridir. Bu yöntemle nitel ve nicel analizleri yapılabilmektedir. Bu yöntemle moleküller büyüklük ve şekil, toplam yük, yüzeyde bulunan hidrofobik gruplar, kullanılan durağan faz ile bağlanma kapasitesi gibi farklı karakteristik özelliklerinden biri temel alınarak moleküller saflaştırılabilirler. Bu moleküler özellikler ve etkileşim tiplerine göre ayırma dört temel sınıfa ayrılabilir. Bunlar iyon değiştirme, yüzeyde tutma (adsorpsiyon), bölme (partitisyon) ve moleküler dışarıda bırakma kromotografileridir. Bu teknikler ayrıca kullanılan ayırma ve destek şekline göre kolon, ince tabaka, kağıt kromotografileri olarak da ayrılır. Kolon kromatografisi en yaygın protein saflaştırma yöntemlerinden biridir.
Chromatography is an important biophysical technique that enables the separation, identification, and purification of the components of a mixture for qualitative and quantitative analysis. Proteins can be purified based on characteristics such as size and shape, total charge, hydrophobic groups present on the surface, and binding capacity with the stationary phase. Four separation techniques based on molecular characteristics and interaction type use mechanisms of ion exchange, surface adsorption, partition, and size exclusion. Other chromatography techniques are based on the stationary bed, including column, thin layer, and paper chromatography. Column chromatography is one of the most common methods of protein purification.

LookUs & Online Makale